Ayşegül Nerede?

Okullar tatile girdiğinde babalarımız hayatı öğrenelim diye bizleri bir tanıdığımızın işyerinde işe koyar, kimimiz yazıhane katipliği, kimimiz marangoz çıraklığı yapardık. İş hayatıyla tanışıklıklarımız kısa pantolonlu günlerimizden başlar, aldığımız haftalıklar Mr. No’nun maceralarına yatırılırdı. Bu arada kızkardeşlerimize düşen, ananın bahtı kızına, ev işlerine ortak koşmak, arada bir kapı eşiklerinde toplanıp evcilik oynamaktı. Onların tedrisatı “Ayşegül Alışverişte”ydi!

Resimli romanların her şeyi resmettiği yıllar... Bugün de kız çocuklarımız Barbie’lerini giydirmekte, oğullarımız Monopol oynamaktalar; “Haydi Kızlar Okula”, sonra tekrar eve kapanmaca... Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, Türkiye’de kadınların istihdama katılımı veya üniversite mezunlarında istihdam oranı, neresinden bakarsanız bakın, erkekler hep önden yürüyor, kadınlar epey gerisinde.

Geçtiğimiz yüzyılda peşine takıldığımız izm’ler bu ayrımcı rolleri fazla değiştirmedi. Komünist düzende kadınlar ancak yoldaşların “Ana”sı olabilmiş; kapitalist hayatta ise “Yurttaş Kane”lerin CEO’luğuyla şekillenen günümüz tüketim toplumunun ikonları olarak vitrine konmuşlardır.
 
Feodal düzen, post-modern hayat, sonuç fark etmemekte, tarlada imecenin yerini metropollerde üç boyutlu kadın dayanışmaları almakta; “Ayşegül Bebek Bakıcısı” ya, bebelerini yaşlı annelerine bırakan varoş kadınları tarifelerdeki ilk banliyö trenlerine binmekte, okumuş şehir kadınları servislerle işe giderken, onların evde kalan çocuklarına bakmaktalar. Üstelik sadece yerleşik liberal ekonomilerin sonucu değildir, bu. Çocuk bakıcısı, ev hizmetlisi piyasasındaki rekabeti, eski sosyalist geleneklerden gelen gurbetçi kadınlar bozmakta, aylıkları düşürmekteler. Yabancısı kaçak, yerlisi sosyal güvencesiz çalışmaktalar.

Hayatın iç yüzünde kalsın ya da iş yüzüne taşmış olsun, kadın için fırsat eşitsizlikleri vardır. Çalışan kadının gözü işte, aklı evdedir, overlokçu da olsa, plazadaki kübiğinde de otursa, iki iş arasında evi aramakta: “Çocuk yemeğini yedi mi”, “Gömlekler ütülendi mi”; dış işlerinde yer bulmaya çalışırken, içişleri bakanlığı görevine devam etmektedir.

Zira kentli kocalar mutfakta henüz bir salata doğramak, çocuk bakımında bir salıncak sallamak boyu mesafe kaydetmiştir.
Bütün bu hengame içinde, mengame oyununda istisnalar yaratan, çalıştıkları kurumlarda yöneticiliğe adım atmış evli barklı kadınlara hayranlık duymamak elde değil. Erkekler boş sahada cirit atarken, rakibeler engelli koşmaktadır.
 
Gelişmiş ülkelerde de kadın yönetici oranları düşük seyretmekte, mevkiler mevzi olmuş, kolay terk edilmemekte, Batı Yakası’nda da iş mahkemeleri cinsiyete bağlı düşük ücret davalarına bakmaktadır.
 
Irk, din, rejim farketmeksizin ataerkil genlerimize işlemiş bu adaletsizliğe karşı koyuş, insanın özgürleşme ve eşitlik çabalarından yol almakta, kentli-okumuş kadınlar, erkek egemen, kadın nemenem kürenin “Cam tavan”ını çatlatmaya çalışmaktalar:
“Kocanız çalışmanıza nasıl bakıyor?”, “Yakın zamanda çocuk yapmayı düşünüyor musunuz?” sorularına maruz kaldığı münasebetsiz mülakatlardan çıkabilmişse şayet, sanayi devrimi sonrası yaygınlaşan beyaz yakalı bürolarda sekreterlikle girdiği profesyonel kariyerinde, bir asır sonra, Harvard Business Review’de yakınlarda yayınlanan bir makaleye göre günümüzde Fortune 500’de en fazla ödenen tepe yöneticiler arasında henüz daha ancak yüzde 6 gibi bir orana yükselmiştir.
Türkiye Kadın Girişimciler Derneği’nin açıklamasında ise ülkemizde icra komitelerinde kadınların yüzde 7 nispetinde yer aldığı belirtilmekte. Çoğu aile şirketlerinden. Kamuya hiç bakmayalım.
 
Kadınsız bir hayatı düşünemeyiz. Ama iş, iş konuşmaya gelince hiç işimize gelmiyor. Oysa cinsiyet farklılıklarının taşıyacağı değişik bakış açılarından doğacak sinerji sadece iç dünyamıza değil, iş dünyamıza da zenginlik katabilmeli. Bütün araştırmalar kadınların işgücü yönetimine aktif katılımının pozitif yaklaşımlar eliyle verimliliği ve karlılığı artırdığını ortaya koyuyor.
 
Erkekçe konuşalım... Yoğun çekişme ve rekabet odaklı “Mr. No” perspektifin sürüklediği iş dünyası, insanlığı geri bırakılmış, kaynakları sömürülmüş çoğrafyalarda yol açtığı çatışma ve kıtlık; gelişmiş ülkelerde ihtiyacının ötesinde pompaladığı sahte bolluk içerisinde, salt mutsuzluk ve tatminsizliğe sürüklüyor. Son global krizde de görüldüğü üzere, tümden yokavarımla, dünyayı toplu iflaslara götürme riskini fazlasıyla taşıyor.
İş hayatında yeniden tanımlanmış; sağlıklı, adil ve faydacı bir başarı tanımının ve paylaşımcı refah anlayışının yerleşmesi, kadınların yönetimde daha aktif yer alması ile orantılı gözüküyor.
Serinin sonu “Ayşegül Yönetim Kurulu’nda” ile bitmeli.

Yazar:
Adnan Erdoğmuş


Kaynak: Yenibiris.com
1412 kez okundu
Giriş
Üye değil misiniz? Altın Üye ya da Gümüş Üye olmak için tıklayınız.