Hayatın Bana Verdiklerine Heyecan Duyuyorum
Onun sesini çocukluğumuzdan beri tanıyoruz. Kuzen Balki, Michael J. Fox, Jim Carrey ve Rintintin gibi pek çok karaktere can veren Yekta Kopan... Kendisi Ntv’de Gece Gündüz programını uzun yıllardır sunan ödüllü bir edebiyatçı aynı zamanda. Yekta Kopan’la seslendirmeden son kitabına kadar pek çok konu hakkında söyleştik.
NTV’de uzun yıllardır kültür sanat programı “Gece-Gündüz”ü yapıyorsunuz. Ama biz sizi sesinizle çok daha uzun zamandır tanıyoruz. Nasıl başladı seslendirme maceranız? Sesinizi kim keşfetti?
1974 yılında TRT Ankara Televizyonu’nda kuzenim seslendirme yönetmeniydi ve bir çocuk sesi arıyorlardı, ben de seçmelere katıldım. Sonuçlar açıklandı, kazandığımı söylediler. Keşfedilişim böyle oldu. 6-7 yaşından bu yana da sürekli olarak sesimle sizinleyim.
Kuzen Balki, Jim Carrey, Michael J. Fox, Rintintin ve Buz Devri deyince herkesin size dair bir düşüncesi var. Sesinizin öne çıkması nasıl bir duygu? Sıkıntı yaratıyor mu?
Yok hayır, hiçbir sıkıntı yaratmadı. Bir zamanlar başka işler yapsam da hep sesimle mi anılacağım diye dertlenirdim. Ama bu çok doğal bir şey. Özellikle televizyonun çok revaçta olduğu, az kanallı dönemlerde bu işi yoğun yapmış biriyim. Bu yüzden de sesimin aşina olması kaçınılmaz bir şey.
|
İNTERNET DEMOKRATİK VE EŞİTLİKÇİ
İşletme mezunu bir edebiyatçısınız aynı zamanda. Edebiyat portalı Altzine.net’i kurdunuz. İnternet ortamında edebiyat çalışmaları sürdürmek, bir edebiyatçıya neler katar?
Kendimi bildim bileli edebiyatın içindeyim ama işletme okudum. Çünkü matematiği seviyordum. Altzine.net’i kurdum, editörlük yaptım… Hatta Altkitap diye internette bir yayınevimiz var. İnternete gelince… Ben edebiyatın, yazının, düşüncenin çoğalabileceği, herkese ulaştırabileceği her alanı değerli bulurum. Benim için bir tanesi diğerinden üstün değildir, yine aynı şekilde değersiz değildir. Elbette okuduğumuz, elle tuttuğuz kitap da ölmeyecektir. Ben onlara aşığım. Ama bir yandan da eğer düşünceyi, bilimi daha çok insana ulaştırabilecek bir kaynak bile bulabilirsek bu alanın değerlendirilmesini isterim. Çünkü internet demokratik ve eşitlikçi bir alan.
Bu, bir yazar için çok daha fazla kişiye ulaşmak anlamına geliyor, değil mi?
Kesinlikle öyle… İnternet üzerinde yazı farklı bir biçimde yaratıldığı için benim yazma dinamiklerimde değişik bir dinamik verir bana. Bildiğim, kağıt üzerindeki yazarlıkla internet üzerindeki yazarlık arasında değişik bir alanı vardır. Bunu hiçbir yazarın es geçeceğini düşünmüyorum. Ezcümle, bana yeni bir yazma disiplini veren her yere “Merhaba” derim.
İnternette, hakkınızda özellikle “çok yönlülüğe” vurgu yapılıyor. Edebiyatçı kimliğini nasıl etkiliyor bu çok yönlülük? Kapalı devre yaşam size göre değil mi?
Edebiyatçının biraz hülyalı, uzak, biraz sıkıntılı, yalnız olması önerilir. Okurun da bir süre sonra edebiyatçıdan isteği bu olmaya başlar. Böyle de anlıyorsa, zaten ben yazma sırasında herkesin tahmin edeceğinden daha fazla kapalı devre yaşıyorum. Benim içimde ne olduğunu, harflere nasıl döndüğünü kimse bilemez. Gerçekten kapalı devre yaratabilmek için barajı tümüyle doldurman, kendini hayatla doldurmam gerekiyor. Bunun edebiyatçılığımla ters düşündüğünü sanmıyorum.
HAYATLA DALGAMIZI GEÇİYORUZ
NTV’nin iş yapısının pek çok yere göre daha farklı olduğu söylenir. Çalışanlar söylendiği gibi gerçekten de mutlu mu? Yoksa bu da bir medya efsanesi mi?
Kesinlikle bu bir medya efsanesi değil! Çünkü çeşitli sebeplerle bütün özel kanallarla çalıştım. Gazeteleri de bir derece biliyorum. Gerçekten NTV farklıdır. NTV her şeyden önce eğlenmeyi bilen, gerektiğinde kendisiyle de dalga geçebilen, işini yaparken işini ciddiye almakla hayatı ciddiye almakla kendini ciddi almak arasındaki farkı iyi bilen bir yer. Elbette yaptığımız işi çok ciddiye alıyoruz. Çok yoğun çalışılsa da, çok eğlenceli bir ortamımız var. Bir gün seni de beklerim eğlenmeye! Kısacası, hayatla dalgasını geçmeyi başarabilen bir grup deliden oluşuyor Ntv.
|
Güzellik ve tv sunuculuğu desem?
Televizyonda elbette çok güzel insanlar var. Ama ne olursa olsun, o programdaki birincil özelliği kişinin o konudaki donanımıdır. Ve bunu da hissedebilirsiniz. Bunu seyirci olarak hissedersiniz. Sıradandır belki ama donanımlıdır. Elbette birçok kanal bunu fark etmeye başladı ama farklı şeyler de olabiliyor. Gemiyi kullanmayı bilmeyen bir adamı, kaptan kıyafeti yakışıyor diye dümene geçiremezsiniz. Hasar, önlenemez bir hasar olur.
Son kitabınız “Bir de Baktım Yoksun” Can Yayınları’ndan yeni çıktı. Öykülerinizde ne kadar sizi çoğul olarak düşünsek de bir yalnız adam var. Yalnız kalmak isteyen demek daha doğru belki de. Bu, yazıyla baş başa kalmak için olabilir mi?
Elbette ki kurmaca dünyadaki bütün sesler, hatta noktalama işaretleri bile yazarın içinden çıkar. Ama sonuçta onun bütünü bir kurmaca yapıdır. Bu yüzden kendim üzerinden tanımlamayı sevmem. Evet bazı cevapları verir ama bazılarını da vermez. Aslında hepimiz kendi adalarımıza kaçmak istemiyor muyuz? Verilen rollerden memnun muyuz, bu role devam etmeyi seviyor muyuz? Hesaplaşma kavramının metinlerimde çok olmasının nedeni budur. Okur metinlerime baktığımda hesaplaşsın isterim.
HÜZÜN ANA KAYNAĞIM
Bu yalnız adam, kitapta kaybettikleri olsa da, hayatın içinde heyecan ve coşkuyu da arıyor… Siz, hayatınızda bu iki duyguya çok yer açıyor musunuz peki?
Sevinci de, üzüntüyü de, acıyı da hüzünle yaşayan bir insanım. Dolayısıyla hayatımda coşku var. Hayatın bana verdiklerine heyecan duyuyorum. Ama bunu hayatın bana güldüğü anlarda değil, her an duymaya çalışıyorum.
|
“Kendimi yazdıklarımla anlıyorum” diyorsunuz bir röportajınızda. Son kitabınız size en çok neyi gösterdi?
Her kitabımın öğrettiğinden farklı bir şey öğretmedi. Her kitabımın yazılışında ben de daha farklı bir adam oluyorum. 40 yaşını geride bırakmış bir adamım. Hayata şimdi durduğum yerden bakıyorum. Her yeni yazdığım bana başka bir şey söylüyor. Yazmak böyle bir şey var. Kaybetmenin bile kendi içinde gülen bir yanının olduğunu ve o gülen yanı bulmak için ne kadar ağlamam gerekiyorsa o kadar ağlamam gerektiğini öğretti bana.
Marsık Yayınevi’nden de bir çocuk kitabınız çıktı, adı çok şirin: Burun. Nerden çıktı bu fikir?
Kişileştirme meselesini severim. Bir çocuk kitabı yazdım demiyorum. Şilili bir ressam resimledi. Ben de bütün o resimlere kısa bir öykü yazdım. Temiz, kısa bir öykü oldu.
Son olarak... Bir gününüz nasıl geçiyor?
Hayatın var olan yapısı üstünden sızlanmayı sevmem. Fena geçmiyor, fena da geçmesin. Ama trafiğin benden çaldığı zaman benden alınmasaydı daha çok sevinirdim.
Yazar:
Özge Ercan
Kaynak: Yenibiris.com
1475 kez okundu